UYARI: "Konu / Subject" bölümlerinde filmlerin hikayeleri baştan sona anlatıldığı için bu bölümleri, filmleri izledikten sonra okumanız tavsiye edilir.
1874 yılında Venüs gezegeninin Güneş önünden geçişinden kısa
bir kesit.
Comment / Yorum:
Helyum gazının keşfi de dahil olmak üzere insanlık tarihi için
birçok önemli adım atmış Fransız gökbilimci ve bilim insanı Pierre Jules César
Janssen tarafından icat edilen “Janssen Revolver” adlı alet, bir dizi
görüntüden hareket yakalamaya çalışan kronofotografinin temelini oluşturdu. Janssen,
icat ettiği aletle Venüs gezegeninin geçişini görüntüledi.
Bu tarihi ve belgesel kayıt, günümüze ulaşan en eski kronotografik
kayıt olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla tarihin ilk ya da en eski filmi olarak
nitelendiriliyor. Yaklaşık 5 saniye süren kaydın ve kayıt aletinin asıl önemi,
kamera teknolojisinin ilhamını oluşturmuş olması.
Shell güzellik kliniği, sonsuz gençlik ve güzellik vaat
etmektedir. Samantha fark edilmeye çalışan bir oyuncudur. Fiziksel nedenlerden
dolayı oyuncu seçmelerinde sonuç elde edemeyince Shell kliniğine başvurmaya
karar verir.
Klinikte kabuklu hayvanların hücrelerini insan hücrelerine
enjekte eden bir gençlik formülü sunulmaktadır. Tedavi uygulanan Samantha,
kendisini iyi hissetmeye başlar. Kliniğin de yüzü olan Zoe ile tanışır. Zoe
kendisine özgüven aşılar.
Samantha, hızlı bir yükseliş dönemine girer. Boynunda çıkan
yara ve polisin kayıp klinik hastası Chloe ile ilgili ziyaretine gelmesi, kliniğe
dair çeşitli şüphelere kapılmasına neden olur. Tuhaflıklar giderek artar.
Comment / Yorum:
Shell, 2017 - 2025 yılları arası yayınlanan efsanevi The
Handmaid’s Tale dizisinde uyumlu bir ikili olan Elisabeth Moss ve Max Minghella’yı
farklı şekilde tekrar buluşturdu. 2024 yapımı filmde Elisabeth Moss başrolü
üstlenirken filmin yönetmen koltuğuna ise Max Minghella oturdu.
Ancak ne yazık ki bu buluşmadan başarılı bir sonuç çıkmadı. Vücut
temalı korku - gerilim türündeki film için aynı yılın yapımı The Substance /
Cevher’in kötü ve zayıf bir benzeri denebilir. Baştan gidişatını belli eden
senaryo oldukça başarısız.
1 saat 40 dakika uzunluğundaki yapım, aktör olarak
tanıdığımız Max Minghella’nın 2018 yapımı Teen Spirit’in ardından ikinci yönetmenlik
deneyimi olma özelliği taşıyor. Filme dair bir diğer not ise Elisabeth Moss’un
film çekimleri sırasında hamile olması.
Beth, uzun süredir görüşemediği arkadaşı Kate'in
Hırvatistan'da tatil yapma teklifini kabul eder. Beth, doğum yaptıktan sonra
eşi Rob'la fiziksel teması yitirmiştir. Kate ise kendisini aldatan eşi Jay'le
ayrılma aşamasındadır.
Gittikleri barda iki erkekle tanışırlar. Kendine
geldiğinde kiraladıkları otel odasında uyanan Beth, gece neler olduğunu net
hatırlamamaktadır. Kate’in ortada olmaması endişelenmesine neden olur. Polisten
beklediği yardımı alamayınca taksici Zain’le birlikte Kate’i arar.
Kate’in cesedi denizden çıkarılır ve şüpheliler belirlenir. Şüpheliler
arasında Beth’te bulunmaktadır. Beth, hem kendini aklamak hem de gerçek katili
bulmak için iz sürmeye çalışır.
Comment / Yorum:
The Weekend Away, Sarah Alderson'ın 2020 yılında yayınlanan
aynı adlı gerilim romanından uyarlandı. Filmin senaryosu da Alderson'a ait. Senaryoda
dikkat çekici mantık hataları göze çarpıyor. Ayrıca hikayede havada kalan
ayrıntılar da mevcut.
Yönetmen koltuğunda oturan Kim Farrant, The Weekend Away ile
de tıpkı önceki filmlerindeki gibi vasatı aşmayı başaramamış. Gossip Girl
dizisiyle yakaladığı çıkışı uzun süre devam ettiremeyen Leighton Meester’ı
filmin başrolünde izliyoruz.
1 saat 29 dakika uzunluğundaki 2022 yapımı The Weekend Away
için Hırvatistan manzarasıyla soslandırılmış bir 'katil kim?' filmi demek
yanlış olmaz.
Yıl 1998. Geçirdiği trafik kazası yüzünden beyzbolcu olma
hayallerini yitiren Hank, barmenlik yapmaktadır. Yan komşusu Russ, babasının
felç geçirdiğini söyleyip kedisini ona emanet eder. Russ’ı arayan iki belalı
adam, Hank’i feci şekilde döver.
Gözlerini hastanede açan Hank, kendisini büyük bir belanın
içinde bulur. Kız arkadaşı Yvonne’un uyarılarını dinlemediği için olaylar daha
da karmaşık bir hal alır. Hem polis hem de mafyadan kurtulmak için Russ’ın
sakladığı anahtarın gizemini çözmek zorundadır.
Comment / Yorum:
Altın çağını geride bırakmış gibi görünen yönetmen Darren
Aronofsky imzalı Caught Stealing, kara komedi, suç, gerilim ve aksiyon gibi
birçok farklı türü harmanlayan bir yapım. Film bir kitap uyarlaması. Senaryo, kitabın
da yazarı olan Charlie Huston tarafından kaleme alındı.
Oyuncu kadrosu oldukça zengin. Filmde 90’ların ruhu başarılı
şekilde yansıtılıyor. Komedi aksiyonun ağır bastığı dakikalar, dönemin Bruce
Willis ve Mel Gibson filmlerini andırıyor. Yapım, seyri zevkli olmasına karşın
hikaye akışı bir noktadan sonra kolay tahmin edilebilir hale geliyor.
Aronofsky’den yeni bir başyapıt beklentisine girmeden izlendiği takdirde
keyifli bir seyirlik olabilir.
Yaşlı ve sağ kolu felç bir çiftçi olan Ohlsdorfer, tek at
sürülmüş at arabasıyla yol alır. Hava oldukça çetindir. At ise bitkin ve
yıpranmış görünmektedir. Eve vardığında kızının yardımıyla kıyafetlerini
değiştirir. Akşam yemekleri sadece birer haşlanmış patatestir.
Ertesi gün kızının yardımıyla yola çıkmak üzere at arabasını
hazırlar. Ancak at gitmeye direnince yola çıkamaz. Dinmek bilmeyen fırtına,
susuzluk problemi ve kaynakların giderek tükenmesiyle karşı karşıya kalırlar.
Comment / Yorum:
Friedrich Nietzsche, 1899 yılında Torino’ya gittiğinde bir
atın kırbaçlandığını görür. Atı koruma içgüdüsüyle boynuna sarılırken yere
yığılır. Bu olayın yarattığı travmayla bir akıl hastalığına tutulur. Filozof,
11 yıl sonra gerçekleşen ölümüne değin yatağa bağlı kalır ve konuşma yetisini
yitirir. Film, bu olaydan yola çıkarak ata ne olduğu sorusuna kurgusal bir
cevap veriyor.
Yönetmen Béla Tarr’ın yardımcı yönetmeni Ágnes Hranitzky’nin
yardımıyla tamamlayabildiği 2011 yapımı Torino Atı, yönetmenin son uzun
metrajlı filmi olma özelliğini taşıyor. Siyah - beyaz çekilen, fırtınayı,
soğuğu, yokluğu ve çaresizliği başarıyla yansıtan filmin muazzam bir görüntü
yönetimi var.
Film, 2 saat 35 dakikalık uzun süresine karşın çok az
diyalog içeriyor. Filmdeki ilk diyalog 22. dakikada gerçekleşiyor. Dolayısıyla filmin
düşük tempolu yapımlara aşina seyircilere hitap ettiğini belirtmek gerekli. Uluslararası
Berlin Film Festivali’nde yarışan yapım, Gümüş Ayı ve FIPRESCI ödüllerine layık
görüldü.