Uyarı :

UYARI: "Konu / Subject" bölümlerinde filmlerin hikayeleri baştan sona anlatıldığı için bu bölümleri, filmleri izledikten sonra okumanız tavsiye edilir.

27 Kasım 2020 Cuma

Sinema Özelinde Anadolu’nun İstanbul’a Giriş Kapısı Haydarpaşa Garı

Cüneyt Arkın, Mümtaz Ener ve Tanju Gürsu 
İstanbul şehrinin ve Kadıköy ilçesinin önde gelen simgelerinden biri olan Haydarpaşa Garı, beyaz perdeye de defalarca iç ve dış mekan olarak ev sahipliği yaptı. Kimi yapımda arka planda yer alan gösterişli bir manzaranın ötesine geçmeyen tarihi yapı, kimi yapımda ise umudun ve daha iyi bir yaşamın peşinde Anadolu’dan büyük şehre göçün, ayrılığın ve kavuşmanın sembolü olarak kullanıldı.

Haydarpaşa Garı, birçok filmin jeneriğinde saniyelerle kısıtlı şekilde gösterilmesine karşın seyircilere filmdeki karakter ya da karakterlerin İstanbul’a vardığını kolayca ve diyalogsuz olarak anlatmayı başardı. Genel olarak İstanbul merkezli filmlere imza atmış olan Atıf Yılmaz, Osman Fahir Seden, Ülkü Erakalın, Sırrı Gültekin, Orhan Elmas, Nejat Saydam ve Orhan Aksoy gibi Türk sinemasının üretken yönetmenleri, garı adeta İstanbul’un giriş kapısıymış gibi yansıttılar.

Garın beyaz perdedeki ilk boy gösterişi, Muhsin Ertuğrul imzalı 1940 yapımı Şehvet Kurbanı filmiyle oldu. 50’li yıllarda çekilen film sayısının artmasıyla doğru orantılı olarak Anadolu’dan İstanbul’a temel ulaşım araçlarından biri olan tren ve dolayısıyla gar görüntüleri, İstanbul Geceleri, Sihirli Define, Hıçkırık, Katil, Aşk Izdıraptır, İntikam Alevi ve Cilalı İbo Yıldızlar Arasında gibi filmlerde kullanıldı.

Yerli sinemanın yükselişe geçtiği 60’lı yıllarda Haydarpaşa Garı, filmlerde daha belirgin ve uzun şekilde görünmeye başladı. Bunun temel nedeni, melodram ve komedilerin yanı sıra sosyal içerikli filmlerin üretilmeye başlaması oldu.

Halit Refiğ tarafından 1965 yılında çekilen Gurbet Kuşları, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden bir aileyi işlerken film, garda başlayıp yine garda sonlanıyordu. Filmde Mümtaz Ener’in canlandırdığı aile babasının unutulmaz repliğinin Haydarpaşa Garı’nda söylenmiş olması da, sahnenin ölümsüzleşmesinde önemli rol oynuyordu:

“Seni yeneceğim İstanbul!”

Haydarpaşa Garı
Haydarpaşa Garı
60’lı yılların sonunda yerli renkli filmler çekilmeye başladı. Böylece seyirci, beyazperdede Haydarpaşa Garı’nı renkli görme olanağı yakaladı. Ancak garın ilk kez renkli olarak bir sinema filminde yer alışı, 1964 yılında Jules Dassin tarafından çekilen ve bir bölümü İstanbul’da geçen Amerikan yapımı Topkapi filminde gerçekleşti.

Üretilen film sayısının zirveye çıktığı 70’li yıllarda Türkan Şoray’ın Azap, Ömer Lütfi Akad’ın Gelin, Ertem Eğilmez’in Salak Milyoner, Osman Fahir Seden’in Nereye Bakıyor Bu Adamlar ve Ömer Kavur’un Yusuf ile Kenan gibi Türk sinemasının ödüllü ve unutulmaz filmlerinde Haydarpaşa Garı, iç göçün sembolü olmaya devam etti.

Tren işçilerinin grev sürecini konu alan Yavuz Özkan imzalı 1979 yapımı Demir Yol ‘Fırtına İnsanları’ filminde Haydarpaşa Garı, bu kez seyircinin karşısına depolarından atölyelerine kadar tüm ayrıntılarıyla ana mekan olarak çıktı.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında baskı altına alınan ve bocalama sürecine giren Türk sinemasında üretim azaldı. Bununla birlikte gar, çeşitli yapımlarda İstanbul’a gelişi anlatırken yardımcı rol üstlendi.

Zeki Alasya ve Metin Akpınar

Ali Özgentürk’ün çektiği 1981 yapımı At, Haydarpaşa Garı’nda geçen askerlerin vatandaşları kontrol sahnesiyle dönemin bunalımını gözler önüne serdi.

Yerli sinemanın durma noktasına geldiği 90’lı yılların önemli şahlanış filmi Eşkıya’da Haydarpaşa Garı, bir gece çekimiyle boy gösterdi.

2000’li yıllar ve sonrasında nitelikleri tartışılsa da, sayıları artan Türk filmlerinde yönetmenler gara İstanbul’a giriş kapısı ve nostaljik unsur olarak yer vermeyi sürdürdü. Dönemin öne çıkan yapımlarından Mutluluk filminin önemli sahnelerinden birinde mekan yine Haydarpaşa Garı oldu. İstanbul söz konusu olduğunda şehirde çekilen yabancı yapımların da gözdesi olan gar, Russell Crowe’un ses getiren 2014 yapımı The Water Diviner filmiyle dünya genelinde seyircilerle buluştu.