Uyarı :

UYARI: "Konu / Subject" bölümlerinde filmlerin hikayeleri baştan sona anlatıldığı için bu bölümleri, filmleri izledikten sonra okumanız tavsiye edilir.

10 Ocak 2012 Salı

The Man Who Knew Too Much / Çok Şey Bilen Adam (1934)

Director / Yönetmen:

Alfred Hitchcock

Screenplay / Senaryo:

Charles Bennett
D. B. Wyndham-Lewis
Edwin Greenwood
A. R. Rawlinson

Cast / Kadro :

Leslie Banks
Edna Best
Peter Lorre
Hugh Wakefield
Frank Vosper
Nova Pilbeam
                                                            Pierre Fresnay
                                                            Cicely Oates
                                                            D. A. Clarke Smith
                                                            George Curzon
                                                            Tony De Lungo
                                                            James Knight
                                                            Joan Harrison

Subject / Konu:

Alpler'de tatil yapan Lawrence ailesinin keyifli tatili, arkadaşları Louis'in Jill'le dans ederken meçhul şekilde vurulmasıyla tuhaf bir şekil alır. Louis ölmeden önce Jill'e Bob'un odasına gitmesini ve fırçasının içindeki notu almasını söyler. Bob, polis odaya gelmeden notu bulur ve alır.
Polis sırayla Jill'in ve Bob'un ifadesini almak ister. Bu sırada Bob'a bir not ulaştırılır. Notta bulduklarını anlatırsan çocuğunu bir daha göremezsin yazmaktadır. Bob notu, ifadesi alınan Jill'e gösterir.
Jill'le Bob'un kızları Betty'yi kaçıran adam, Betty'yi bir at arabasına bindirip götürür. Jill ve Bob ise Betty olmadan Londra'ya dönmek zorunda kalır. Olayı sorgulayan müfettişler, Bob'a Betty'nin neden kendileriyle birlikte Londra'ya dönmediğini sorar. Bob, Betty'nin Paris'te teyzesiyle birlikte olduğunu söyler.
Bob, evine gelen Dışişleri Bakanlığı'nda sekreter olarak çalışan Gibson'dan, Louis'in gizli servis adına çalıştığını öğrenir. Gibson, Louis'in Ropa adlı bir Avrupalı diplomata suikast yapılacağını bildiği için öldürüldüğünü anlatır. Ropa'nın şu an Londra'da olduğunu ve onun can güvenliğini sağlamak için Louis'in bıraktığı notta ne yazdığını söylemesini ister. Tam bu sırada telefon çalar ve arayan kişi eğer Gibson'a notta yazanı söylerlarse Betty'yi bir daha göremeyeceklerini söyler. Betty'le konuşup yaşadığını öğrenen Jill ve Bob, Gibson'a herhangi bir bilgi vermezler. Gibson, gizli servisi arayarak nereden telefon geldiğini öğrenir.
Bob, Clive'la birlikte telefonun geldiği yere gider. Gittikleri yerde kendisini bayıltmaya çalışan dişçiyi bayıltıp onun kılığına bürünen Bob, Louis'i öldüren ve Betty'yi kaçıran adamları orada görür ve Clive'la birlikte peşlerine takılır. Adamlar, güneşe tapanların kilisesine giderler. Kilisede ayin yapılmaktadır. Ayini yöneten kadın Clive'ı uyutur. Silahlı başka bir kadında Bob'un kiliseden çıkmasını engeller. Peşlerinden gittikleri adamlar da ortaya çıkar. Yaşanan kavga ve karışıklığın ardından Clive kiliseden kaçsa da Bob yakalanır.
Clive, Bob'un söylediklerini yapar. İlk önce Jill'i arar ve Albert Hall binasına gitmesi gerektiğini söyler. Çünkü notta adı geçen Hall bu binadır. Ardından polisle birlikte kiliseye gelir. Ancak ayini yöneten kadın ve adamlardan biri, Clive'ın kutsal mekanda uygunsuz hareketler yapan bir adam olduğunu polise inandırır ve Clive'ı tutklatırlar. Adamlar, Betty'yi Bob'a gösterirler. Louis'i vuran adam, Albert Hall binasındaki konser esnasında Ropa'yı vurmak için binaya gider ve Jill, Ropa'ya vurulacağını haber vermeden önce onu engeller. Konser başlar. Jill, tetikçi ateş edeceği sırada bağırınca; tetikçi, Ropa'yı omuzundan vurur, ancak amaçladığı gibi öldüremez.
Polisler, suikastçiler ve Bob'la Betty'nin esir tutulduğu yerin etrafını sararlar. Silahli çatışma başlar ve uzun süre devam eder. Durumdan istifade eden Bob, kilitli tutulduğu odadan çıkıp Betty'yi de kilitli olduğu odadan çıkarır. Bob, Betty'yi çatıya çıkarmayı başarsa da kendisi çıkmak üzereyken adamların biri tarafından elinden vurulur. Adam, Betty'nin ardından çatıya çıkar. Olanları aşağıdan seyretmekte olan Jill, eline geçirdiği tüfekle adamı vurur. Kurtulan Betty, polisler tarafından çatıdan indirilir ve ailesine kavuşur.

Comment / Yorum:

Alfred Hitchcock'un 1956 yılında çektiği ve kadrosunda James Stewart ve Doris Day gibi önemli isimlerin yer aldığı "The Man Who Knew Too Much", aslında Hitchcock'un 1934'de yine aynı adla çektiği filmin yeniden çevrimidir. Hitchcock'un henüz İngiltere'deyken çektiği filmlerinden biri olan The Man Who Knew Too Much, 1934 yılında Lonra'da çekildi.
1933'te Hitler zulmü yüzünden Paris'e kaçan ünlü oyuncu Peter Lorre, 1934'te Londra'ya gelir ve filmin kadrosuna katılır. Peter Lorre, filmde başrollerden birini oynamasa da gerek filmdeki iz bırakan oyunculuğuyla, gerek popülerliğiyle filmin afişlerinde tek başına yer almayı başardı. Filmdeki diğer oyuncular içinse Peter Lorre gibi olumlu yorum yapabilmek söz konusu değil. Diğer oyunculuk performanslarının vasat ve vasatın altında olduğu söylenebilir.
Hitchcok filmlerine aşina olanlar, muhtemelen bu filmi zayıf bulacaktır. Çünkü film, oyunculuk ve teknik olarak Hitchcock'un başyapıtlarıyla kıyaslanamayacak düzeyde. Ancak filmin, Hitchcock'un çıraklık dönemine ait olduğunu dikkate alarak ve yönetmenin geleceğe yönelik nasıl umut ışığı verdiğini görmek için izlenmesi gereken filmler listesine eklenmesi doğru olur.

Imdb note : 6.9                            My note : 6

9 Ocak 2012 Pazartesi

Aşkın İkinci Yarısı (2010)

Director / Yönetmen:

Mehmet Aslantuğ

Screenplay / Senaryo:

Mehmet Aslantuğ

Cast / Kadro :

Mehmet Aslantuğ
Arzum Onan
Emre Karayel
Gülenay Kalkan
Orhan Güner
Yıldız Kültür
Sanem Fidan
Güliz Pilge
Turgay Girgin
                                                               Misak Toros
                                                               Ani Haddeler
                                                               Gülce Oral
                                                               Adnan Turgut
                                                               Haluk Evrenoz
                                                               Tarık Ünlüoğlu

Subject / Konu:

Armen, kendi hazırladığı yüzükle Zuhal'in çalıştığı kafeye gider ve ona evlenme teklif eder. Zuhal bu tekliften pek mutlu olmuş görünmemektedir.
Arif abisi Nedim'le birlikte bir sahil kasabasında yaşamakta ve balıkçılık yapmaktadır. Bir gün Arif'in kapısı çalar. Gelen yıllar önce hayatını zehir etmemek için terkettiği Zuhal'dir. Zuhal, kızı Cemre'yle birlikte gelmiştir. Arif çok geçmeden Cemre'nin kendi kızı olduğunu ve New York'a gitmeye karar veren Zuhal'in, işlerini yoluna koyana kadar Cemre'yi kendisine emanet etmek istediğini öğrenir. Cemre'yi, babası olduğunu bilmediği Arif'e nırakan Zuhal, New York'a gider. New York'ta arkadaşı Ayten, Zuhal'e yardımcı olur. Zuhal kafede çalışmaya başlar.
Aradan 6 ay geçer. Cemre, Arif'in babası olduğunu bilmese de onunla yakınlaşır. Uzun süre tedavi olmaya direnen Arif, inadından vazgeçip tedavi olmaya başlar. Zuhal ise Ayten sayesinde annesiyle babasının evlenmesine razı olmadıkları için annesinin görüşmeyi kestiği ailesinden hiç görmediği dayısını New York'ta bulur.
Arif, Cemre'yi Zuhal'in yanına göndermeden önce anne ve babasının evine getirir. Sonra da duygusal bir vedalaşmanın ardından hava limanına götürüp uçağa bindirir. Arif, birlikte kaldıkları süreçte Cemre'ye babası olduğunu söylemeyi başaramaz.
Zuhal, yeni yılını tebrik etmek için Arif'in evini arar ve Nedim'den Arif'in 1 hafta önce öldüğünü öğrenir.

Comment / Yorum:

Mehmet Aslantuğ, sinemadaki ilk senaristlik ve yönetmenlik deneyimi olan Aşkın İkinci Yarısı'nda eşi Arzum Onan'la filmin başrolünü de üstlenmiş. 2009 yapımı olmasına karşın 2010'da vizyona giren film, toplamda 190.290 seyirciye ulaştı.
Aşkın İkinci Yarısı, durgun başlayan ve zaman zaman temposu ağırlaşan bir film olsa da; değindiği konular göz önüne alınınca zaten temposunun çokta yükselmesini beklediğiniz türden filmlerden değil. Filmin düşük temposu, film için bir problem teşkil etmediği gibi anlatımın güçlenmesini de sağlamış.
Başarılı pojeleri seçmesiyle tanınan Aslantuğ, kendi ürettiği projesinde de özenli davranmış. Mekan seçimleri oldukça başarılı. Sakin bir sahil kasabasını resmetmek için Ortakent'in, yeni bir hayat ve geleceğin kurulacağı bir yer için de New York'un seçilmesi yerinde tercihler olmuş.
Filmde akla takılan ve keşke biraz daha detaylı şekilde işlenseymiş dedirten noktalar var. Mesela Arif'in Zuhal'i terkedişine dair, birkaç cümle haricinde hiçbir aydınlatıcı bilgi olmaması ve Arif'in hastalığı hakkında üstü kapalı ifadeler dışında bilgi verilmemiş olması gibi.
Aşkın İkinci Yarısı özünde, bir babanın varlığından yeni haberdar olduğu kızıyla tanışmasını konu edinen duygusal bir yapım. Düşük tempolu filmlerden sıkılan sinema severler haricinde herkese hitap edebilecek, dokunaklı bir film.

Imdb note : 2.8                            My note : 7.5

8 Ocak 2012 Pazar

Double Indemnity / Çifte Kazanç (1944)

Director / Yönetmen:

Billy Wilder

Screenplay / Senaryo:

Billy Wilder
Raymond Chandler

Novel / Kitap:

James M. Cain (from "Double Indemnity")

Cast / Kadro :

Fred Mcmurray
Barbara Stanwyck
Edward G. Robinson
Jean Heather
Byron Barr
                                                          Porter Hall
                                                          Tom Powers
                                                          Richard Gaines
                                                          John Philliber
                                                          Fortunio Bonanova
                                                          Kernan Cripps

Subject / Konu:

Walter Neff, talep yöneticisi Barton Keyes'e bir sesli hatırlatma notu bırakır. Bu not, Dietrichson dosyası hakkında Walter'ın itiraflarını içerir. Walter bu itirafta Dietrichson'ın ölümü ve çifte tazminatla sonuçlanan olayda Dietrichson'ın aslında kendisi tarafından öldürüldüğünü ve bu cinayeti bir kadın ve para uğruna yaptığını açıklar. Ama cinayetin ardından ne kadını ne de parayı elde edemediğini de ekler.
Walter, hikayeyi en başından detaylıca anlatmaya başlar. Kasko yenilemek için gittiği Dietrichson'ların evinde bay Dietrichson'ı bulamayan Walter, bay Dietrichson'ın eşi Phyllis'le tanışır. Walter, Phyllis'in güzelliğinden, Phyllis'se Walter'ın sigorta poliçelerinden etkilenir, özellikle de kaza sigortasından. Walter, kısa bir flörtten sonra bay Dietrichson'ın evde olacağı başka bir gün gelmek üzere Dietrichson'ınların evlerinden ayrılır.
Ofisine döndüğünde Barton Keyes'le kısa bir görüşme yapan Walter, masasında Phyllis'ten gelen notu görür. Notta Phyllis'in, Walter'ı perşembe günü davet ettiği yazmaktadır. Walter, perşembe günü çok meşgul olmasına karşın aklından bir türlü çıkaramadığı Phylls'i görebilmek için perşembe günü soluğu Dietrichson'ınların evinde alır. Bay Dietrichson yine evde yoktur. Evin hizmetçisi de izinlidir. Phylls, lafı fazla uzatmadan kaza sigortasına getirir ve petrol işleriyle uğraşan kocası için kaza sigortası yaptırmak istediğinden bahseder. Ama kocasının böyle bir sigortayı istemeyeceğini ve kocasının haberi olmadan ona nasıl kaza sigortası yaptırabileceğini öğrenmek ister. Walter, Phylls'e tüm bunların düpedüz kocasını öldürüp sigortadan gelecek paralara konmaya çalışan bir kadının planları olduğunu söyler ve Dietrichson'ınların evlerini terkeder.
Aynı günün akşamında saat 8'de Walter'ın kapısı çalar. Gelen Phylls'dir Phylls, Walter'ın unuttuğu şapkasını getirme bahanesiyle gelse de; gerçek amaçlar kısa sürede ortaya çıkar. Walter'la öpüştükten sonra hikayesini anlatmaya başlar. Bay Dietrichson'ın karısının hemşiresi olarak çalıştığını, karısı öldükten sonra haline acıdığı bay Dietrichson'la evlendiğini, evlendiği sırada zengin olan Dietrichson'ın işlerinin bozulduğunu ve kendisine çok kaba davrandığını söyler.
Walter, önce sigorta poliçesini bay Dietrichson'a kabul ettirmek, sonra da Dietrichson'ı kimsenin özellikle de Barton Keyes'in şüphelenmeyeceği şekilde ortadan kaldırmak için planlar yapmaya başlar. Dietrichson'ın kızı Lola'nın da evde olduğu bir gece gelen Walter, Dietrichson'a haberi olmadan kaza poliçesini imzalatır. Dietrichson'ın ay sonunda bir yolculuğa çıkacağını öğrenen Walter, şayet Dietrichson yolculuğunu araba yerine trenle yaparsa ve tren kazası sonucu ölürse; sigorta şirketinin çifte tazminat yani 50.000 dolar yerine 100.000 dolar sigorta ödemek zorunda kalacağını Phylls'e anlatır. Phylls'le Dietrichson'ı çıkacağı yolculuğu trenle yapmasını sağlamak için karar alırlar.
Dietrichson'ınların evinden ayrılıp arabasına doğru giden Walter, arabasında bir sürprizle karşılaşır. Bay Dietrichson'ın kızı Lola, Walter'ın arabasında oturmaktadır. Walter'dan kendisini babasının tasvip etmediği asabi erkek arkadaşı Nino'yla buluşacağı yere götürmesini ister. Lola yolda babasıyla anlaşamadığını ve Phylls'in de kendisinden nefret ettiğinden bahseder.
Hergün markette gizlice buluşup konuşan Walter ve Phylls, bay Dietrichson'ın kuyuya düşüp bacağını kırması ve seyahatinin iptal olması yüzünden planlarında değişiklik yapmak zorunda kalırlar.
Walter, Barton Keyes'in kendisine asistanlık teklif ettiği gün, Phylls'den acil bir telefon alır. Doktorların değnek verdiği bay Dietrichson, aynı gece trenle yolculuğa çıkacaktır. Planı uygulamaya koyarlar. Walter, bay Dietrichson'ın hangi renk takım giyeceğini öğrenir ve kendisi de aynı renk takım elbise giyer. Yanına bacağını alçılıymış gibi gösterecek malzeme alır. Dietrichson'ınların garajına girer. Arabanın arka koltuğuna uzanır ve beklemeye koyulur. Phylls arabayı garajdan çıkarır. Bay Dietrichson arabaya biner. Phylls rabayı caddeden karanlık bir sokağa doğru kırıp kornaya 3 defa bastığında arkada saklanan Walter, bay Dietrichson'ı boğar. Dietrichson'mış gibi trene biner. Sigara içme bahanesiyle çıktığı izleme vagonundan aşağı atlar. Arabayla tren yolunun paralelinden treni takip eden Phylls'le Dietrichson'ın cesedini sanki trenden düşüpte ölmüş biri gibi rayların üzerine bırakırlar.
Sigorta şirketi olayı incelemeya başladığında Dietrichson'ın ölümünün intihar olabileceği üzerinde durulmasıyla gerilen Walter; şirketin, kimsenin saatte 20 kilometre hızla giden bir trenden atlayarak intihar edemeyeceğine kanaat getirilmesiyle rahatlar.
Lola, Walter'la özel olarak görüşmek ister. Phylls'in annesinin hemşiresiyken onu kasıtlı olarak soğukta bırakarak ölümüne sebep olduğunu, 6 ay sonra babasıyla evlendiğini ve babasının ölümünden birkaç gün önce onu matem provası yaparken gördüğünü söyler. Lola'yı bu düşüncelerden uzaklaştırıp rahatlatmaya çalışan Walter, Lola'yla vakit geçirmeye başlar.
Olayı araştırmaya devam eden Barton Keyes, olayın bir cinayet olabileceğini, bay Dietrichson'ın aslında trene hiç binmeyip yerine başka birisinin trene binmiş olabileceğini ve cesedi de raylara kazaymış gibi bırakmış olabileceklerini düşündüğünü Walter'a anlatır. Trende bay Dietrichson'ı son gören kişi olan bay Jackson'ı bulan Barton Keyes, Jackson'ın Dietrichson'ın resimleriyle trende gördüğü adamın aynı kişi olmadığı yönündeki ifadesiyle Dietrichson'ın ölümünün kesinlikle bir cinayet olduğuna karar verir. Barton Keyes'e göre cinayet zanlıları Phylls ve eninde sonunda ortaya çıkıp Phylls'le buluşacak olan onun suç ortağıdır. Barton Keyes'in olayı çözmeye yaklaştığını ve büyük tehlikede olduklarını gören Walter, Phylls'le markette buluşur ve olanları anlatır. Şirketin sigorta tazminatı ödemeyeceğini ve tazminat alamayacağı için yasal hakkını kullanıp mahkemeye gitmesinin kendilerini asılmaya kadar götürecek sonuçlar doğuracağını söyler. Phylls, Walter'ın söylediklerine karşı çıkar ve parayı alabilmek için sonuna kadar gitmeleri gerektiğini söyler.
Walter, Lola'yla buluşmaya devam eder. Lola, babasını Phylls'le birlikte eski erkek arkadaşı Nino'nun öldürdüğünden şüphelendiğini söyler. Çünkü Nino'nun sürekli Phylls'le görüştüğünü ve babasının öldüğü günde ortadan kaybolduğunu anlatır. Duydukları Walter'ın aklını karıştırır. Phylls'le Nino arasında nasıl bir bağ olduğunu düşünmeye başlar.
Barton Keyes, Walter'a olayı çözdüğünü ve Phylls'in suç ortağını da bulduğunu açıklar. Ayrıca Phllys'in şirkete dava açtığını da söyler. İyice korkmaya başlayan Walter, Barton Keyes'in ortaya çıkardığı suç ortağının kim olduğunu öğrenmek için Barton Keyes'in ofisine girer. Sesli hatırlatma notlarını dinler. Şirket patronunun kendisinden şüphelendiğini fakat Barton Keyes'in kendisine kefil olduğunu ve olay gecesi evde olduğundan da emin olduğunu öğrenir. Barton Keyes'in notlarına göre şüpheliler Phylls ve kendisiyle sürekli görüştüğü tespit edilen Nino Zachetti'dir.
Walter içine battığı pislikten kurtulmak için Phylls'i bir gece buluşması için arar ve Phylls'in evine gider. Gerçekler gün yüzüne çıkar. Phylls, Nino'yu agresifliğinden yararlanıp Lola'yı kıskanmasını sağladığını, böylece Lola'yı uzaklaştırdığını ve aslında hiç kimseyi sevmediğini itiraf eder. Walter'ı silahla vurur ama ikinci kez tetiği çekip Walter'ı öldürmez. Walter'sa silahı alır ve Phylls'i öldürür. Evden çıkarken birinin geldiğini görünce gizlenir. Gelen Nino'dur. Nino eve girmeden onu yanına çağırır ve kendisine aşık olan Lola'yı aramasını ister. Şirkete dönen Walter, Barton Keyes'e hatırlatma notu bırakır ve herşeyi itiraf eder. Son olarak Barton Keye'ten Lola'ya gerçekleri kibarca anlatmasını ve Nino ile ona iyi bakmasını ister. Notu bitirirken Barton Keyes odasına gelir. Sınıra gidip kaçmaya çalışacağını söyleyen Walter'ın yarası ağırlaşmıştır. Walter şirketten çıkamadan yere yığılır, Barton Keyes ise ambulans çağırır. Walter, Baron Keyes'e kendisini çok yakınında olduğu için yakalayamadığını söyler.

Comment / Yorum:

Her ne kadar ilk anda komedi filmleriyle hatırlansa da; Billy Wilder, farklı tarzlarda filmler de denemiş ve bu denemelerinde başarılı olmuş bir yönetmendir. Tıpkı Double Indemnity'de olduğu gibi. Kara film denildiğinde akla gelen birkaç yapımdan biri olan Double Indemnity, yönetmenin kariyerinin 3. filmi ve ilk kara film denemesi. Wilder daha sonra 1945 yapımı "The Lost Weekend", 1950 yapımı "Sunset Boulevard" ve 1951 yapımı "Ace in the Hole" filmleriyle kara film türünde filmler çekmeye devam etti.
Tam 7 dalda Oscar'a aday gösterilen film, ödüllerden hiçbirini kazanamadı. Ulusal Film Koruma Vakfı, filmi 1992 yılında Ulusal Film Arşivi'ne seçildi. 2007'de Amerikan Film Enstitüsü'nin yayınladığı "Tüm zamanların en büyük filmleri" listesinde 29. sırada yer aldı.
Walter rolü için ilk düşünülen isim Alan Ladd'mış. Ladd rolü geri çevirince ortada Gregory Peck, Spencer Tracy, James Cageny gibi aktörlerin adı dolaşmaya başlamış. Ama adı geçen isimlerde rolü kabul etmemiş. Dick Powell rolü çok istese da başka bir stüdyoyla kontratı olduğu için rolü alamamış. Billy Wilder, George Raft'a da rolü kabül ettiremeyince genelde komedi oyuncusu olarak tanınan Fred Mcmurray ile anlaşmış. Double Indemnity'nin kariyeri boyunca genelde 2. sınıf komedi filmlerinde oynamış Fred Mcmurray'nin oynadığı en önemli film olarak gösterilebilir. Walter rolünü Fred Mcmurray yerine daha kayda değer bir aktör oynasaymış ortaya kuşkusuz daha unutulmaz bir film çıkabilirmiş. Filmin diğer önemli karakterlerini canlandıran Barbara Stanwyck ve Edward G. Robinson ise rollerinde gayet iyiler.
Walter'ın Phylls'i öptüğü ilk sahnede Walter'ın elinde alyans görülür. Bu aslında film ekibinin fark edemediği bir hata. Olayın aslı; evli olan Fred Mcmurray'nin çekimler sırasında alyansını çıkarmayı unutmuş olması.
1970'lerin başlarında Paramount Pictures, başrolde Robert Redford'un oynayacağı bir yeniden çevrim düşünse de, bu proje hayata geçmedi.
İster komedi filmi olsun, ister savaş filmi, isterse de kara film. Eğer bir filmde Billy Wilder imzasını görmüşseniz; o filmin mutlaka belli bir standartı yakalamış olduğundan da şüpheniz olmasın. Double Indemnity, tüm bunların yanı sıra kara film türünün en önemli örneklerinden birisi olması sebebiyle de izlenmeye değer.

Imdb note : 8.6                            My note : 8

7 Ocak 2012 Cumartesi

Kızıl Tuğ Cengiz Han / Red Plume Genghis Khan (1952)

Director / Yönetmen:

Aydın Arakon

Screenplay / Senaryo:

Aydın Arakon

Novel / Kitap:

Abdullah Ziya Kozanoğlu (from "Kızıl Tuğ")

Cast / Kadro :

Mesiha Yelda
Turan Seyfioğlu
Cahit Irgat
Nebile Teker
Rauf Ulukut
                                                                Atıf Kaptan
                                                                Müfit Kiper
                                                                Vedat Örfi Bengü
                                                                Mücap Ofluoğlu
                                                                Eşref Vural
                                                                Nubar Terziyan
                                                                Ferhan Tanseli
                                                                Abdurrahman Conkbayır
                                                                Ahmet Üstel
                                                                Necdet Başar
                                                                İhsan Özokur
                                                                Salahattin Tükenmez
                                                                Hasan Ceylan
                                                                Arif Eriş

Subject / Konu:

Önce Timuçin'in adamlarından Celme ile dalaşan, sonraysa Timuçin'i arkadan vurulmaktan kurtaran Otsukarcı, Timuçin'in övgüsünü kazanır. Timuçin, kendi adamları arasına katılmasını teklif etse de; Otsukarcı bu teklifi kabul etmez ve yola koyulacağını söyler. Timuçin bunun üzerine Otsukarcı'dan Horasan'dan geçerse Alamut Kalesi'ne gitmesini ve kendisine borcunu halen ödememiş Şeyh-ül Cebel Hassan Sabah'ın borcunu bir an önce ödemesini aksi takdirde oraya geleceğini söylemesini ister. Otsukarcı, Timuçin'in bu isteğini kabul eder ve kendisine armağan edilen atla yola koyulur.
Hassan Sabah, oğlu Halit'e evlenebilmek için vuruşmaya katılmak zorunda olduğunu açıklar. Ancak Halit eli kılıç tutmayan, ödlek biridir. Bütün zamanını Ömer Hayyam'ın yanında afyon çekerek geçirmektedir. Oğlunun bu halini gören Hassan Sabah sinirlenir ve oğlunu zindana kapatıp vuruşmaya hazırlanmasını emreder.
Otsukarcı kaleye varınca herkes hayrete düşer. Çünkü Otsukarcı tıpatıp Halit'e benzemektedir. Ama iş vuruşmaya gelince Otsukarcı'nın nasıl yiğit bir kişi olduğu anlaşılır. Hassan Sabah, oğlunun yerine geçip vuruşması karşılığı Otsukarcı'ya vaatlerde bulunur ama Otsukarcı bu teklifi kabul etmez. Hassan Sabah'ın adamlarının üzerine saldırması sonucu Halit'in olduğu zindana gider ve Halit'i esir alır. Ama Halit'in kız kardeşi Sabiha'nın ricası üzerine Halit'in yerine geçip vuruşmaya razı olur.
Otsukarcı'nın Halit'in yerine geçmiş bir Türk olduğunu anlayan Çakır, Otsukarcı'nın silah uşağı olur ve ona çok önemli bir sancak olan Börteçine'nin Kızıl Tuğ'unu ona verir. Otsukarcı, vuruşma gününde önce tomakta, sonra da kılıçta hünerlerini gösterir ve vuruşmaları kazanır. Ancak Halit'in hocaları, vuruşanın Halit değil de bir Türk olduğunu ispiyon edince ortalık karışır. Hassan Sabah, vuruşanın oğlu Halit olduğunu, sözüne inanılmıyorsa vuruşan kişinin kellesini kendisinin vurduracağını söyler. Durumu önceden sezen kişiler Otsukarcı'yı oradan kaçırırlar. Otsukarcı'yı öldürmek isteyen kalabalık, herşeyi yukarıdan izlemekte olan Halit'i, Otsukarcı zannedip öldürürler.
Alamut Kalesi'ne tekrar gelen Otsukarcı, Hassan Sabah'tan Timuçin'e olan borcunu derhal vermesini ister. Hassan Sabah, oğlunun ölümüne sebep olmakla suçladığı Otsukarcı'yı öldürtmek için adamlarını Otsukarcı'nın üzerine salar. Bir sürü kişyle çarpışmak zorunda kalan Otsukarcı, Hassan Sabah'ın arkadan vurduğu darbeyle bayılır. Sabiha ve Çakır, Otsukarcı'yı gizlice kalenin dışına taşırlar. Kendine gelen Otsukarcı, Sabiha'ya aşık olduğunu itiraf eder ve kendisiyle birlikte gelmesini ister. Ancak Sabiha, kardeşinin yeni öldüğünü ve bu yüzden yapması gereken işler olduğunu söyler. Bunun üzerine Otsukarcı, Sabiha'ya daha sonra tekrar geleceğini söyler.
Otsukarcı, Çakır'la birlikte Timuçin'in yanına gider. Hassan Sabah'ın, Timuçin'e 2 elçi yolladığını öğrenen Çakır, bu adamların her türlü kötülüğü yapabilecek kişiler olduğunu söyler. Bunun üzerine Timuçin Çakır'dan ne yapıp ne edip adamları konuşturmasını ister. Elçileri önceden tanıyan Çakır, Hassan Sabah için Timuçin'e sokulmaya çalışıyormuş gibi davranarak elçilerin zehirli bir kamayla Timuçin'i öldürmeye çalışacaklarını öğrenir. Elçilerin asıl amaçlarını öğrenincede onları Timuçin'in adamlarına tutuklatır.
Semerkand'a yanlarındaki 2 adamla sızmaya çalışan Otsukarcı ve Çakır, yanlarındaki adamlardan birinin Uygurca konuşması ve dolayısıyla Türk olduklarını ele vermesiyle muhafızlar tarafından tutuklanıp zindana atılırlar. Çakır'ın oyunuyla zindandan kurtulurlar. Askerlerle çarpıştıktan sonra hakan Mehmet Töküş'ün yanına ulaşan Otsukarcı, hakanın oyununa gelir ve alevlerin ortasında kalır.
Semerkand'ta yakalanan Sabiha, Timuçin'in huzuruna çıkarılır. Timuçin, Hassan Sabah'ın kızı olduğunu öğrenince Sabiha'nın başının vurdurulmasını emreder. Çakır, Sabiha'nın Otsukarcı'nın sevdiği kadın olduğunu söylese de; Timuçin, Çakır'dan duyduklarını önemsemez. Tam bu sırada öldüğü zannedilen Otsukarcı çıkagelir. Timuçin'den sevdiği kadını kendisine vermesini ister. Timuçin, Otsukarcı'nın bu isteğini kabul etmeyince; 2 eski dost birbirlerine düşman olur.
Meydanda büyük bir savaş yaşanır. Otsukarcı'nın ordusu, Cengiz Han Timuçin'in ordusunu yenilgiye uğratır. Timuçin, oğlunun öldürülmesiyle büyük bir acı yaşar. Otsukarcı ise kurtardığı sevgilisi Sabiha'ya kavuşur.

Comment / Yorum:

1951 yılında "İstanbul'un Fethi" adlı filmi çeken ve büyük övgü toplayan Aydın Arakon, bir sonraki tarih konulu filminde içinde Cengiz Han, Hassan Sabah, Ömer Hayyam gibi önemli karakterlerin yer aldığı Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun ilk yazdığı roman olan "Kızıl Tuğ" romanını sinemaya uyarlar. 1952 yılında çevrilen filme, İstanbul'un Fethi filminde de yardımları olan Genelkurmay Başkanlığı destek verir.
40 yıllık kısa yaşantısına sığdırdığı 28 filmin 5'in de Aydın Arakon'la çalışan Turan Seyfioğlu, filmde Otsukarcı ve Halit rollerini canlandırmış. Filmin başrol kadın oyuncusu 1949-1954 arası 7 filmde oynamış ve sonra bir daha film çevirmemiş olan Mesiha Yelda. Cengiz Han ve Hassan Sabah rollerinde izlediğimiz Cahit Irgat ve Atıf Kaptan'sa dönemin popüler ve tercih edilen oyuncularından.
Romana sadık kalındığı için film, sürükleyici bir hikayeye sahip.Filmin mevcut kopyası, görüntü kalitesi bakımından izlenebilir kalitede de olsa; ne yazık ki ses kalitesi için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Ama bu aksaklık, filmi seyretmeyi engellemiyor. Kızıl Tuğ Cengiz Han, tarihi roman uyarlamalarına meraklı olanlara hitap edebilecek vasat bir film.

Imdb note : 5.7                            My note : 5

Dirty Pretty Things / Kirli Tatlı Şeyler (2002)

Director / Yönetmen:

Stephen Frears

Screenplay / Senaryo:

Stephen Knight

Cast / Kadro :

Chiwetel Ejiofor
Audrey Tautou
Sophie Okonedo
Sergi Lopez
Benedict Wong
Zlatko Buric
Kenan Hüdaverdi
Damon Younger
Paul Bhattacharjee
                                                             Darrell D'Silva
                                                             Sotigui Kouyate
                                                             Abi Gouhad

Subject / Konu:

Kaçak olarak Londra'da yaşayan Okwe taksi şoförlüğü ve The Baltic Hotel'de resepsiyonistlik yapmaktadır. Tıp bilgisi de olduğu için çevresindekiler hastalıklarında ona danışmaktadır. Okwe, uyuya kalmamak için uyarıcı kullanmaktadır.
Bir gün otel odalarından birinde klozetin tıkandığını farkeder ve klozeti tıkayan şeyi çıkarmaya çalışır. Klozeti tıkayan şey bir insan kalbidir. Durumu patronuna bildirir. Patronu Juan'sa bu tip şeylerin olabileceğini söyleyerek olayı kapatır.
Otelde çalışan Türk kızı Şenay'la ev arkadaşlığı yapan Okwe, Şenay'ın izin belgesinin iptal edilmemesi için Şenay'la aynı evde kaldığını gizlemektedir. Şenay ayrıca otelde yasadışı olarak çalıştığını da gizlemek zorundadır. Okwe, Göçmen bürosunun ansızın yaptığı bir baskında camdan atlayarak kaçsa da; Şenay'ın çalıştığı otele dair izler bulan memurlar, otele de gelip arama yaparlar. Durumu anlayıp kapı görevlisi Ivan sayesinde Şenay'ın otele girmesini engelleyen Okwe, Şenay'ın başını beladan kurtarır.
Okwe, Şenay'ın iznini riske atmamak için evden ayrılmaya karar verir. New York'a gitme hayalleri kuran Şenay'da başka bir yerde çalışmaya başlamak için işten ayrılır. Şenay'ın kalan alacaklarını almak için Juan'ın yanına giden Okwe, böbreği alınmış ve ameliyat yeri açık bırakılmış perişan halde bir adam görür. Adama yardım edebilmek için arkadaşı Guo Yi'nin çalıştığı hastahaneye gider. Ancak Guo Yi orada olmadığı için hastabakıcı kılığında ilaç çalmak zorunda kalır. Tedavi ettiği ve ilaç bıraktığı adamın İngiliz pasaportu alabilmek için böbreğini verdiğini, Juan'ın da sahte pasaport sağlamak karşılığında aldığı böbrekleri sattığını öğrenir.
Göçmen bürosu memurları Şenay'ın yeni çalışmaya başladığı dikiş atölyesine de baskın yapar. Patronu Şenay'ı ihbar etmekle tehdit edip onunla zorla ilişkiye girer.
Okwe'nin gerçek kimliğini araştırıp onun aslında Nijeryalı bir doktor olduğunu öğrenen patronu, Okwe'ye böbrek ameliyatlarını yapması için baskı yapar. Bu iş karşılığında hem Şenay'a hemde kendisine sahte pasaport ayarlayabileceğini söyler.
Patronunun tekrar cinsel ilişkiye zorladığı Şenay, bu kez direnir ve fabrikadan kaçar. Yaşadıklarını Okw'ye anlatır ve ona sığınır. Çünkü Okwe'yi sevmektedir. Patronunun ameliyat yapmaya zorladığı Okwel'de işten ayrılır. Kendisine aşık olan Şenay'a bir karısı olduğunu anlatan Okwe, Londra'da sadece hayatta kalma mücadelesi verdiğini söyler.
Şenay böbreğini satarak sahte bir pasaport sahibi olabilmek için otele gelir. Otel sahibi, pasaport için böbreğini vermesi dışında kendisiyle birlikte olmasını da şart koşunca Şenay çaresizce bu isteği kabul eder. Şenay'ı arayan ve en sonunda otelde bulan Okwe, Juan'a Şenay'ın ameliyatını kendisinin yapacağını ve karşılığında kendisi için sahte pasaport istediğini söyler. Guo Yi sayesinde hastahaneden gerekli ekipmanı alıp otele getiren Okwe, odalardan birini ameliyathane gibi hazırlar. Juan ameliyattan önce pasaportları teslim eder. Okwe, Juan'dan ameliyat esnasında yanında kalmasını ve kendisine yardım etmesini ister. Böbreğin teslimatının nasıl yapılacağını öğrenen Okwe, verdiği içecekle Juan'ı bayıltır. Şenay ve otelde fahişelik yapan Juliette'in yardımıyla otel sahibinin böbreğini ameliyatla alır. Böbreğin teslimatını yapıp parayı alırlar.
Okwe Şenay'a, bazı kişilere direndiği için karısının ölümüne neden olduğunu, 7 yaşında Valerie isminde bir kızı olduğunu ve Lagos'a onun yanına gitmek zorunda olduğunu söyler. Hava limanına gelen Şenay ve Okwe birbirlerini sevdiklerini söyleyerek vedalaşırlar. Şenay, New York'a; Okwe ise Lagos'a gider.

Comment / Yorum:

Dirty Pretty Things, kaçak göçmenlerin, özellikle de kadın kaçak göçmenlerin yaşadığı trajedik olayları tüm sarsıcılığıyla ortaya koyan bir film. Şayet kaçak bir göçmenseniz; yaşadığınız yerin medeniyetin beşiği İngiltere bile olması size her yeni gün tehlikeli bir hayat sunmaktan başka bir şey sağlamaz. Göçmen bürosunun baskınları, köle gibi çalıştıran hatta şantajla istismarda bulunan patronlar, sahte bir pasaport uğruna böbreğinden vazgeçen insanlar ve tüm bu keşmekeşin ortasında kalmış Okwe ve Şenay.
Yaklaşık 10.000.000 dolara mal olan film, 8.111.360 dolar hasılat elde etti. Gişede kar edemeyen Dirty Pretty Things, festivallerde ise bir dolu ödül ve adaylık kazanmayı başardı. "En iyi özgün senaryo" dalında Oscar'a aday gösterilen film, Venedik Film Festivali'nden "Sergio Trasatti" ödülü, San Diego Film Eleştirmenleri Cemiyeti'nden "En iyi film" ödülü, İngiliz Bağımsız Film Ödülleri'nden "En iyi İngiliz filmi", "En iyi senaryo" ve "En iyi yönetmen" ödülleri, Edgar Allan Poe Ödülleri'nden "En iyi senaryo" ödülü, Evening Standard British Film Ödülleri'nden "En iyi film", "Uzun Metraj Film" kategorisinde Humanitas Ödülü, Londra Film Eleştirmenleri Birliği'nden "En iyi senaryo" ödülü ve National Board of Review'in verdiği "İfade özgürlüğü" ve "Özel takdir" ödüllerini kazandı.
Filmde Şenay karakterinin, annesi gibi bir yaşam sürmek istemediği için Türkiye'den kaçtığı ve 2 kez duvarda gözüken Yılmaz Güney posteri haricinde Türkiye ile ilgili başka detay kullanılmamış. Ama buna rağmen Audrey Tautou, İngilizce konuşarak oynadığı ilk film olan Dirty Pretty Things'te saf, güzel ve adeta aç kurtlar tarafından avlanılmaya hazır bir kuzuyu andıran Şenay karakterine başarıyla bürünmüş.
Filmin ana karakteri Okwe'yi canlandıran Chiwetel Ejiofor, filmdeki performansından ötürü San Diego Film Eleştirmenleri Cemiyeti'nden "En iyi erkek oyuncu", Londra Film Eleştirmenleri Birliği'nden "Yılın en iyi İngiliz erkek oyuncusu", Evening Standard British Film Ödülleri'nden "En iyi erkek oyuncu", İngiliz Bağımsız Film Ödülleri'nden "En iyi erkek oyuncu", Black Reel Ödülleri'nden "En iyi erkek oyuncu" ve American Black Film Ödülleri'nden "En iyi erkek oyuncu performansı" ödülü olmak üzere toplam 6 ödül kazandı. Üstün performansı ve topladığı ödüller, Dirty Pretty Things'in Chiwetel Ejiofor'un kariyerinin en önemli filmi olduğunu gösteriyor.
Dirty Pretty Things; aksiyon, gerilim ve trajediyi ustaca harmanlayan bir yönetmen, gerçekçi ve etkileyici oyunculuklar ve kaçak göçmenlerin yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla sergileyen müthiş bir senaryonun başarılıca sentezlenmesinden oluşmuş özel bir yapım.

Imdb note : 7.4                            My note : 8.5